Sayfa 1 / 6
M. Ali KAYA
Her milletin bir felaket ve karanlık devri vardır. Millet ümitsizliğe düştüğü ve sona yaklaştığını hiçbir kurtuluş imkânının kalmadığını düşündüğü anda Allah yeni bir ümit ışığı ve bir kurtuluş yolu gösteren önderler ve rehberleri onların imdadına gönderir. Şayet ona değer verir ve gösterdiği hedeflere yönelirlerse o toplum yeniden dirilir ve geleceğini inşa etmeye başlar. Bunlar genellikle ya bir peygamberdir veya Allah’ın yardımına, ilhamına mazhar “müeyyed min indillah” (Muhakemat, 2006, s. 95) bir ilim ve düşünce adamıdır.
Hz. İdris, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed (as) peygamberlere örnek olduğu gibi, Sokrates bir filozof olarak Yunanlıların, Konfüçyüs Çinlilerin, Newton İngilizlerin, Prens Bismark Almanların, Descartes Fransızların gelişimine katkı sağlayan önemli şahsiyetlerdir. Peygamberler vahiyle müeyyed olup insanların muallimleri olduğu gibi, filozoflar ve ilim adamları da ilhama mazhar “müeyyed min indillah” insanlığın önderleri ve rehberleri olmuşlardır. Bu değerli şahsiyetlerin ortaya koyduğu düşünceler ve fikirler topluma, idarecilere, ilim ve din adamlarına yol gösterir, rehberlik eder. Onların rehberliğinde o toplum da bunalımlardan ve sıkıntılarından kurtularak yeni medeniyetler kurar ve diğer milletlere de örnek olurlar.
Bediüzzaman Said Nursi de “müeyyed min indillah” ilhama mazhar olan büyük bir ilim ve fikir adamıdır. Bütün ilhamını Allah’ın kitabı Kur’ândan ve onun müfessir-i azamı olan peygamberimizden (sav) almış ve bu asır insanına sunmuştur. Dünyaya geldiği dönem bütün dünyayı saran büyük bir bunalım, ümitsizlik, kargaşa yıkım dönemi olmakla beraber insanlığın yeni bir değişim ve dönüşüme hazırlandığı bir tarih olan XIX. asrın sonu XX. asrın başlangıcıdır.
Osmanlı devleti batılıların desteğini almak ve isyanlara karşı devletin birliğini ve bütünlüğünü sağlayabilmek amacı ile reformlar yapmış, “Kanun-i Esasi” kabul etmiş ve 7 Mart 1877 tarihinde I. Meşrutiyeti ilan etmişti. Bununla siyasi, sosyal ve ekonomik sahada pek çok sahada yeniliklere ve değişime yönelmişti. Ama ne var ki toplumun bu değişimi anlaması ve ayak uydurması çok zordu ve cehaletin yaygın olduğu bir ortamda “Meşrutiyetin” ve yeniliği kabul ettirmenin imkânı yoktu. Savaş ve ekonomik kriz sebebi ile parlamento da sağlıklı çalışmıyor, azınlıkların siyasi haklarını ve hürriyeti Osmanlı’nın ihyası için değil, temsil ettikleri halkların bağımsızlığı yönünde kullanmaya çalıştılar. Meclis-i Mebusan çözüm üreten değil, sorun çıkaran bir hale gelmişti.
Dünyaya baktığımız zaman Bediüzzaman’ın doğduğu tarih dünyanın en güçlü devleti olan Osmanlı’nın son dönemlerini yaşadığı, dünyanın siyasi ve teknolojik gelişimine ayak uyduramadığı için geri kaldığı ve geleceği elinden kaçırdığı bir dönemdir. Osmanlı devleti içinde “Hürriyetlerin” ırkçılığı ve ayrılıkçılığı körüklediği, hürriyeti her milletin bağımsızlığını elde ederek ayrı devletler kurmak olarak algıladığı ve bu sebeple yer yer isyanların ve bağımsızlık mücadeleleri yaşanmaktadır. Osmanlı’nın bu zafiyetinden yararlanan Ruslar 1877-78 (Rumi, 1293) yıllarında “93 Harbi” olarak anılan savaşlarla Balkanlarda ve Kafkasya’da Osmanlı’yı mağlup ederek Plevne kalesini de ele geçirerek Edirne’yi işgal ettiler ve İstanbul’a 18 km kadar yaklaşarak Yeşilköy’e kadar ilerlediler. Doğuda ise Kafkasya’dan gelen Ruslar Erzurum’a kadar gelmişlerdi. Savaşlardan bunalan Osmanlı ülkesinde ekonomik kriz had safhaya ulaşmış ve halk fakirlikten ve salgın hastalıklardan ayakta duramaz hale gelmişti. 9 ay süren savaş sonunda Ayastefonos Anlaşması imzalandı. Bu mütareke ile Osmanlı Balkanlardan çekildi. Romanya, Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan bağımsızlıklarını ilan ettiler. Kafkas cephesinde Batum, Kars, Ardahan ve Doğubayazıt Ruslara bırakıldı. Bu arada yaşanan göçler de Osmanlı ülkesine ayrı bir sıkıntı yaşatmıştır.
Askeri, siyasi ve ekonomik sahada yaşanan bu olumsuz tablonun faturasının “Meclis-i Mebusana” ve “Meşrutiyete” kesilmesi üzerine Meclis-i Mebusan 1 yıl, 1 ay 21 gün açık kaldıktan sonra 13 Şubat 1878 tarihinde kapatıldı; ancak “Kanun-i Esasi” yürürlükten kaldırılmadı. Sultan II. Abdülhamit bütün yönetim hayatı boyunca “Kanun-i Esasi”ye uymuş ve uygulamıştır.
Bediüzzaman’ın Gençliği ve Tahsil Hayatı:
Bediüzzaman Meclis-i Mebusan’ın kapatılarak I. Meşrutiyete son verildiği ortamda Mart 1878 tarihinde Bitlis’in Hizan kazası İsparit nahiyesi Nurs köyünde hayata gözlerini açtı. İlköğrenimini köyünde babası Mirza Efendi’den ve ağabeyi Molla Abdullah’tan aldı. Tâğ Medresesi’nde öğrenimine devam etti ve Doğu Beyazıt’ta Şeyh Mehmet Celâli’nin medresesinde tamamladı. Böylece ara vererek devam ettirdiği klasik medrese eğitimini beş senede tamamlamış oldu. (Sadık Albayrak, Son Devrin İslam Akademisi, 1972, s. 198)
Bediüzzaman Kur’ân-ı Kerim ve Hadis hıfzı yanında medresede öğrendiği Arapça, Farsça ve Usûl ilimlerine ait seksen kitabı ezberleyerek daha sonraki ilmî gelişimi için basamak yapmıştır. Medresede okunan kitaplar dışında pek çok kitabı da okuyarak ilmî üstünlüğünü ispat etmek için de münazaralara girmiş, her girdiği münazarayı kazanarak ilmî üstünlüğünü şark ulemasına kabul ettirdikten sonra valiler nezdinde elde ettiği paye ve şöhreti ile siyasi meseleler ile de ilgilenmeye başlamıştır. Bunların içinde en meşhuru 1893 yılında, henüz 16 yaşında iken Miran aşireti reisi ve Mustafa Paşa’yı istibdattan vazgeçirmek için verdiği mücadele ve Cizre’de paşanın topladığı ulema ile yaptığı münazarasıdır. Bu münazara Said Nursi’nin şöhretini artırmış ve “Bediüzzaman” unvanını kendisine kazandırmıştır.
Bediüzzaman 1894 yılında Mardin’e gelerek siyasi ve sosyal olaylarla daha akından ilgilenmeye başlamıştır. Burada Şehy Cemalettin-i Efganî’nin talebeleri ile görüşerek Afganî’nin siyasi fikirlerini tanıma fırsatı bulur. (Abdurrahman Nursi, Bediüzzaman’ın Hayatı, 1993, s. 28-33) Oradan ayrılarak Bitlis’e gelen Said Nursi vali Ömer Paşa’nın konağında iki sene kalarak Fennî İlimlere vakıf oldu. Vilâyet kütüphanesinde bulunan dini ve fenni bütün kitapları mütalaa etti. Usule ait pek çok kitabı hafızasına aldı. Bediüzzaman vali konağında kaldığı iki sene içinde dini ilimlerle fenni ilimleri mezcederek hafızasına aldı. Bediüzzaman bu arada camilerde halkı irşat ediyor ve ulema ile mübahaselere giriyor ve herkesin hayranlığını kazanıyor, şöhreti de giderek artıyordu.
Bir ilim ve fen aşığı olan ve dünya siyaseti ile de yakından ilgilenen Van Valisi Tahir Paşa Bediüzzaman’ın Van’a gelmesi için ısrarla daveti üzerine Van’a gider. Van’da bir taraftan Horhor Medresesinde ders verir, diğer taraftan ilmî araştırmalarına ve çalışmalarına devam eder. Valilik Kütüphanesinde bulunan Şark ve Garb klasiklerini okur. Daha önceki bilgilerine yeni bilgiler katar ve bu bilgilerini derinleştirir, sosyal ve siyasi hayata tatbiki ile ilgili yeni fikirler geliştirir. Bu arada Osmanlı ülkesinde yayınlanan gazeteleri de takip ederek dünya siyasetini anlamaya çalışır. Namık Kemal’in makalelerini takip eder. Siyasi ve Felsefi fikirleri araştırır. Nâmık Kemal’in “Rüya” isimli makalesinden etkilenir ve bu makale Bediüzzaman’a siyasî yeni bir bakış açısı kazandırır. (Münazarat, 1993, s.123) Asr-ı Saadetin siyasi icraatlarını bu bakış açısı ile değerlendirmeye başlar. Tarih, Edebiyat, Felsefe, Mantık, Coğrafya, Matematik, Fizik, Kimya, Astronomi ve Siyaset gibi Pozitif ve Felsefî ilim dallarında ihtisas sahibi oldu. Bir taraftan da sosyal hayatı inceleme ve tanıma fırsatını elde etti. Gelişen ve değişen dünyaya yön veren ve müspet gelişimini sağlayan şeyin “Eğitim” olduğuna karar verdi. Fen ilimleri ile din ilimlerinin beraber okunacağı medrese ve okulların açılması için fikir üretmeye başladı. (Münazarat, 127, 128-140 ) İslam dünyasının ve Osmanlı ülkesinin içinde bulunduğu sorunlara çözümün ancak “Eğitim” ile olacağını savundu. Bu düşüncesini hayata geçirmek için proje hazırlayan Bediüzzaman bu Projesine “Medresetü’z-Zehrâ” adını verdi. (Tarihçe-i Hayat, 2006, s. 168-169; Münazarat, 128-140)
Van Valisi’nin takip ettiği günlük gazeteleri de okuyan Bediüzzaman bu gazetelerden birisinde İngiltere Müstemlekât Nâzırı (Sömürgeler Bakanı) Gladstone’nin İngiliz Avam Kamarasındaki konuşmasını okudu. Galdstone eline Kur’ân-ı Kerimi alarak “Bu Kur’ân Müslümanların elinde oldukça biz onlara hâkim olamayız. Ya Kur’ânı kaldıracağız veya Müslümanları Kur’ândan uzaklaştıracağız” diyordu. Bediüzzaman dünya siyasetini yönlendiren İngilizlerin bu planını öğrenince beyninde şimşekler çakmış ve “Ben de Kur’ânın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunu dünyaya ilan edeceğim” diye haykırmıştır. Bundan sonra Bediüzzaman bütün çalışmalarını bu yönde yapmaya başlamıştır. İngiliz siyasetinin bu tavrına karşı Bediüzzaman kendi siyasetini de belirlemiştir. (Tarihçe-i Hayat, 81; Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 2006, s. 139) Bediüzzaman’ın siyaseti ise “aklı ve kalbi” aydınlatan din ve fen” ilimlerinin berber okutulacağı medreseler ve okullar açmak ve eğitime önem vermek şeklindedir.
Van valisi Said Nursi hazretlerinin bu düşüncesinin sadece Van ve çevresinde değil bütün Osmanlı ülkesinde payitaht kanalı ile yürürlüğe girmesi gerektiğini düşünerek Bediüzzaman’ın İstanbul’a gitmesi için teşvik eder. 1907 yılında Bediüzzaman Trabzon’a oradan da deniz yoluyla İstanbul’a gelir. Amacı sultan Abdülhamit ile görüşerek “Din ve Fen ilimlerinin berber okutulacağı” mektep ve medreseler açtırmaktı. (Abdurrahman, Nursi, Bediüzzaman’ın Hayatı, 1993, s.45) Bu amaçla Tahir Paşa kendisine bir de referans mektubu vermişti. Bu mektubun yazıldığı tarih 16 Kasım 1907 dir. (http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/136-bediuezzamanin-hayatindan-tesbtler)
|